1952 Olimpiyatları’nın evsahibi Finlandiya’nın başkenti Helsinki idi. Tıpkı 1948 Londra’da olduğu gibi, 2.Dünya Savaşı’ndaki duruşunun ödülü olarak olimpiyat ev sahipliğini alan Helsinki’de 23 ülkenin katıldığı basketbol müsabakaların ön eleme turunda 13 takım yer aldı. İki yenilgi alan takımların elendiği ve 6 ülkenin doğrudan katılan 10 ülke ile beraber ilk tura katılmaya hak kazandığı ön eleme turunda mücadele eden ülkelerden biri de Türkiye’ydi. Yüksel Alkan, Altan Dinçer, Nejat Diyarbakırlı, Yalçın Granit, Sadi Gülçelik, Yılmaz Gündüz, Erdoğan Partener, Sacit Seldüz, Turhan Tezol, Güney Ülmen, Ali Uras ve Mehmet Ali Yalım’dan oluşan millilerimiz ilk maçında Mısır’a 45-64, ikinci maçında da İtalya’ya 37-49 yenilerek olimpiyatlara ön eleme turunda veda ettiler. Böylece Türkiye erkek basketbolunda son olimpiyatını galibiyet alamadan kapatmış oldu.

16 takımın mücadele ettiği ilk tur 4’lü grup maçlarıyla tamamlanırken, ilk iki sırayı alan takımlar 4 takımlı 2 çeyrek final grubunu oluşturdular. Çeyrek final A grubunda Uruguay ve Arjantin, Bulgaristan ve Fransa önünde ilk iki sırayı alarak yarı finalist olurlarken, B grubunda ise ABD ve Sovyetler Birliği, Brezilya ve Şili’nin önünde diğer yarı finalistler oldular. Sovyetler Birliği böylece, Litvanya ve Estonyalı sporcular ağırlıklı olarak ilk kez katıldığı Olimpiyat Oyunları’nda, sadece Avrupa değil dünya basketbolunda da önemli bir yeri olduğunu ortaya koymuş oldu. Bu aynı zamanda soğuk savaş yıllarında Stalin’in, basketbolun o yıllardaki tek hakimi ABD’ye karşı diş göstermesi ve meydan okuması olarak da algılanmaktaydı. Nitekim ilk olarak çeyrek final grubunda karşılaşan bu iki ekibin maç öncesi seremonisi de bu gerginliği ortaya koymuştu. Kaptanlar birbirini tebrik ederken ABD takımının Rusya’ya flama vermemesi gözlerden kaçmayan bir detay olarak tarihe geçti. Maç öncesi gerginliğin oyun dakikalarına etkisi ise iki takımın da sert oynayıp faul problemine girmesi ve çok sayıda oyuncunun beş faulle kenara gelmesi oldu.
İlk yarı final Sovyetler Birliği ve Uruguay arasında oynanırken, sahadan 61-57 üstün ayrılan Sovyetler Birliği ilk finalist oldu. Diğer yarı finalde ise favori ABD, bir önceki turnuvada da zorlandığı Arjantin karşısında 85-76’lık bir galibiyetle Sovyetler Birliği’nin rakibi oldu. 2 Ağustos’taki final maçı öncesi yine gergin bir ortam vardı. İki ülke için de önemli bir prestij meselesi olan altın madalyanın sahibini belirleyecek maçta, ilk maçtan gerekli dersleri almış gözüken Sovyetler Birliği oyunu ABD’nin hızlı ve atletik basketbol tarzına uydurmaktansa zamanı kullanmaya yönelik bir basketbol tercih etti. Daha önce Arjantin ve Brezilya bu şekilde ABD’yi oldukça zorlamış, galip gelebilecek konuma ulaşmışlardı.

Yavaş tempo karşısında zorlanan ABD, ilk 10 dakikayı sadece 4-3, devreyi ise 17-15 önde tamamlayabildi. Bir sonraki olimpiyatlarda 30 saniye hücum kuralının devreye girmesine neden olan bu yavaş tempo ikinci yarıda da devam etti. Sovyetler Birliği’nin oyunu yavaşlatma çabası ABD’yi düşük skorda tutsa da, sahadan 36-25’lik skorla rakiplerinin galip ayrılmasına engel olamadılar ve ABD bir olimpiyattan daha altın madalya ile ayrılmış oldu. Sovyetler Birliği ilk olimpiyatında gümüş madalya kazanırken, pota altındaki uzun oyuncu farkının ABD’ye sağladığı bariz avantaj (2.10 civarı Bob Kurland ve Clyde Lovelette‘e karşı boyu 2 metreyi bulmayan Otar Korkia) , olimpiyatların hemen arkasında Sovyetler Birliği genelinde “boyu uzun genç avı” başlattı. Bir başka deyişle, Sovyetler Birliği basketbolda ABD’yi alt etmeyi iyiden iyiye kafasına yerleştirmişti.